İstanbul Sözleşmesi Nedir?
İstanbul Sözleşmesi nedir sorusu, aile içi şiddet ve kadına yönelik şiddetle mücadelede uluslararası standartları belirleyen, taraf devletlere somut yükümlülükler yükleyen bağlayıcı bir metni ifade eder. Bu rehberde sözleşmenin amaçları, temel maddeleri, uygulama mekanizmaları ve 6284 sayılı Kanun ile ilişkisi pratik bir dille açıklanacaktır. Ayrıca kamuoyunda sıkça tartışılan “toplumsal cinsiyet” ile “cinsel yönelim” kavramlarının hukuki anlamı, “kadının beyanı esastır” tartışmasının sözleşme ve 6284 bağlamındaki yeri, koruma/uzaklaştırma gibi önleyici–koruyucu tedbirler ve denetim (GREVIO) sistemi ele alınacaktır. Metin boyunca, bir avukatın bakış açısıyla; başvuru yolları, sık yapılan hatalar ve delil–ispat dinamikleri sadeleştirilerek aktarılacak, güncel uygulamadan örneklerle stratejik ipuçları sunulacaktır. Amaç; aradığınız bilgiyi tek yerde toplayarak, şiddet riskine karşı haklarınızı ve başvuru seçeneklerinizi netleştirmektir.
İstanbul Sözleşmesi Ne Zaman İmzalandı ve Yürürlüğe Girdi?
İstanbul Sözleşmesi, 11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul’da imzaya açılmış ve bu nedenle adını imzalandığı şehirden almıştır. Türkiye, sözleşmeyi ilk imzalayan ve onaylayan ülke olmuştur. Bu adım, kadına yönelik şiddetle mücadelede uluslararası düzeyde önemli bir dönüm noktası olarak kabul edilir.
Sözleşme, 2014 yılında Avrupa Konseyi nezdinde yürürlüğe girmiştir. Türkiye, sözleşmeyi çekincesiz onaylayarak taraf devlet statüsü kazanmış ve kadınların korunmasına yönelik yükümlülükleri üstlenmiştir. Sözleşmeye taraf olan ülkeler, kadına ve aile içi şiddete karşı önleme, koruma, kovuşturma ve politika üretme yükümlülüklerini yerine getirmekle sorumludur.
Uygulamada sözleşmenin yürürlüğe girmesiyle birlikte, GREVIO (Uzmanlar Grubu) adlı bir denetim mekanizması kurulmuştur. Bu komite, taraf devletlerin yükümlülüklerini ne ölçüde yerine getirdiğini izleyerek raporlar hazırlar. Türkiye, bu kapsamda 2017 yılında ilk değerlendirmesini tamamlamıştır.
İstanbul Sözleşmesi’nin Amaçları ve Temel İlkeleri
İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddetle mücadelede sadece cezalandırmaya değil, şiddeti önleme, mağduru koruma ve failleri cezalandırma süreçlerini bütüncül şekilde düzenlemeye odaklanmıştır. Sözleşmenin temelinde yer alan ilkeler, taraf devletlerin kadın haklarını koruma konusundaki yükümlülüklerini somut hale getirir.
Sözleşmenin birinci amacı, kadınları her türlü şiddet eyleminden korumaktır. Bu kapsamda hem ev içi şiddet, hem de toplumda kadına yönelen fiziksel, psikolojik, ekonomik ve cinsel şiddet türleri güvence altına alınır. Devletin yükümlülüğü, yalnızca şiddet sonrası cezalandırma değildir; aynı zamanda şiddet riskini önceden tespit ederek gerekli koruma mekanizmalarını devreye sokmaktır.
İkinci olarak, kadın–erkek eşitliğini sağlamak sözleşmenin ana eksenlerinden biridir. Toplumsal cinsiyet eşitliği, kadınların kamusal ve özel yaşamda eşit haklara sahip olmasını ve ayrımcılığın ortadan kaldırılmasını amaçlar. Bu ilke, sadece kadınları değil, aile içi şiddete maruz kalan tüm bireyleri kapsar.
Üçüncü olarak sözleşme, devletlerin uluslararası iş birliği yapmasını ve şiddetle mücadelede koordinasyon sağlamasını öngörür. Eğitim, farkındalık ve denetim mekanizmaları aracılığıyla, şiddetin toplumsal nedenlerinin ortadan kaldırılması hedeflenmiştir.
İstanbul Sözleşmesi Maddeleri ve İçeriği
İstanbul Sözleşmesi, 81 maddeden oluşan kapsamlı bir uluslararası hukuk metnidir. Bu maddeler, kadına ve aile içi şiddete ilişkin koruma, önleme, yargılama ve politika üretme yükümlülüklerini ayrıntılı biçimde düzenler. Temel yaklaşım, “önle–koru–kovuştur–politika üret” ilkesi üzerine kuruludur.
Sözleşmenin ilk bölümleri, kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddet kavramlarını tanımlar. Buna göre; şiddet sadece fiziksel saldırı olarak değil, aynı zamanda psikolojik, cinsel ve ekonomik zarar içeren her türlü davranış olarak kabul edilir. Bu tanım, uygulamada kolluk kuvvetleri ve mahkemelere daha geniş bir koruma alanı tanır.
Maddelerde ayrıca devletlere, kadınların şiddetten uzak bir yaşam sürebilmeleri için hukuki, idari ve sosyal mekanizmalar kurma yükümlülüğü getirilmiştir. Bu kapsamda taraf ülkelerden şu önlemleri almaları beklenir:
- Şiddet mağdurlarına ücretsiz hukuki yardım ve barınma imkânı sağlamak,
- Şiddet faillerine yönelik tedavi ve rehabilitasyon programları oluşturmak,
- Mağdurları korumak için uzaklaştırma ve kısıtlama kararlarını etkili biçimde uygulamak,
- Farkındalık ve eğitim programlarıyla toplumsal bilinç oluşturmak.
Sözleşmede ayrıca kadın sünneti, zorla evlilik, cinsel taciz, tecavüz ve zorla kürtaj gibi fiiller açıkça suç olarak tanımlanmıştır. Bu düzenlemeler, kadına karşı işlenen şiddet türlerinin cezasız kalmasını önlemeyi amaçlar.
İstanbul Sözleşmesi ve 6284 Sayılı Kanun İlişkisi
İstanbul Sözleşmesi ile 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun arasında doğrudan bir bağlantı vardır. 6284 sayılı kanun, sözleşmenin Türkiye’deki iç hukuk yansımasıdır ve sözleşmede öngörülen koruma mekanizmalarının uygulanmasını sağlar.
Sözleşme, şiddetin önlenmesi ve mağdurun korunması için devletlere genel yükümlülükler getirirken, 6284 sayılı kanun bu yükümlülükleri somut tedbirlere dönüştürür. Kanun; koruyucu tedbir (örneğin sığınma hakkı, geçici maddi yardım, kimlik değişikliği) ve önleyici tedbir (örneğin şiddet uygulayanın evden uzaklaştırılması, iletişim yasağı) olmak üzere iki temel koruma alanı düzenler. Bu yönüyle, İstanbul Sözleşmesi’nin pratikteki en önemli uygulama aracıdır.
Her iki düzenleme de “şiddet mağdurunun beyanı esas alınır” ilkesine dayanır. Bu, koruma tedbirlerinin hızla alınabilmesi için gereklidir. Ancak bu durum, failin suçlu ilan edilmesi anlamına gelmez; yalnızca mağdurun güvenliğini sağlamak için geçici bir önlemdir.
Uygulamada en sık karşılaşılan hata, kişilerin sadece uzaklaştırma kararı aldırarak süreci tamamladığını sanmasıdır. Oysa 6284 sayılı kanun kapsamında alınan koruma kararları, süresi dolduğunda yenilenmeli ve mağdurun güvenliği izlenmeye devam etmelidir.
İstanbul Sözleşmesi ve LGBT Maddesi Tartışmaları
İstanbul Sözleşmesi, imzalandığı tarihten bu yana “toplumsal cinsiyet” ve “cinsel yönelim” kavramları nedeniyle kamuoyunda tartışmalara konu olmuştur. Ancak bu kavramlar çoğu zaman yanlış yorumlanmakta ve sözleşmenin asıl amacının dışında değerlendirilerek ideolojik bir tartışma zemini oluşturulmaktadır.
Sözleşmenin 4. maddesinde geçen “cinsel yönelim” ifadesi, toplumdaki hiçbir bireyin kimliği, inancı, yaşı, dili veya cinsel yönelimi nedeniyle ayrımcılığa uğramaması gerektiğini belirtir. Bu madde, “LGBT bireyleri teşvik eden” bir düzenleme değildir; yalnızca şiddet karşısında herkesin eşit korunmasını öngörür. Başka bir ifadeyle, sözleşme üçüncü bir cinsiyet tanımlamaz, sadece şiddet mağduru olan herkesin insan haklarını güvence altına alır.
Sözleşmede geçen “toplumsal cinsiyet” kavramı da sıkça yanlış anlaşılmaktadır. Hukuki anlamda toplumsal cinsiyet, kadın ve erkeğe toplum tarafından yüklenen sosyal rollerin tanımıdır. İstanbul Sözleşmesi bu kavramı, “kadına yönelik şiddetin temelinde yer alan kalıplaşmış rolleri ortadan kaldırmak” amacıyla kullanır. Dolayısıyla hedef, kadın ve erkek arasındaki biyolojik farklılıkları değil; eşitsizliği besleyen sosyal önyargıları ortadan kaldırmaktır.
İstanbul Sözleşmesi ve LGBT Maddesi Tartışmaları
İstanbul Sözleşmesi, imzalandığı tarihten bu yana “toplumsal cinsiyet” ve “cinsel yönelim” kavramları nedeniyle kamuoyunda tartışmalara konu olmuştur. Ancak bu kavramlar çoğu zaman yanlış yorumlanmakta ve sözleşmenin asıl amacının dışında değerlendirilerek ideolojik bir tartışma zemini oluşturulmaktadır.
Sözleşmenin 4. maddesinde geçen “cinsel yönelim” ifadesi, toplumdaki hiçbir bireyin kimliği, inancı, yaşı, dili veya cinsel yönelimi nedeniyle ayrımcılığa uğramaması gerektiğini belirtir. Bu madde, “LGBT bireyleri teşvik eden” bir düzenleme değildir; yalnızca şiddet karşısında herkesin eşit korunmasını öngörür. Başka bir ifadeyle, sözleşme üçüncü bir cinsiyet tanımlamaz, sadece şiddet mağduru olan herkesin insan haklarını güvence altına alır.
Sözleşmede geçen “toplumsal cinsiyet” kavramı da sıkça yanlış anlaşılmaktadır. Hukuki anlamda toplumsal cinsiyet, kadın ve erkeğe toplum tarafından yüklenen sosyal rollerin tanımıdır. İstanbul Sözleşmesi bu kavramı, “kadına yönelik şiddetin temelinde yer alan kalıplaşmış rolleri ortadan kaldırmak” amacıyla kullanır. Dolayısıyla hedef, kadın ve erkek arasındaki biyolojik farklılıkları değil; eşitsizliği besleyen sosyal önyargıları ortadan kaldırmaktır.
İstanbul Sözleşmesi’nde “Kadının Beyanı Esastır” Ne Anlama Gelir?
Toplumda sıkça tartışılan “kadının beyanı esastır” ilkesi, aslında İstanbul Sözleşmesi’nin doğrudan bir maddesi değildir. Bu ifade, sözleşmeden doğan yükümlülüklerin Türk hukukuna yansıması olan 6284 sayılı Kanun kapsamında geliştirilmiş bir uygulama ilkesidir. Amacı, şiddet mağdurunun korunmasını geciktirecek bürokratik süreçleri ortadan kaldırmak ve acil koruma tedbirlerini hızla devreye sokmaktır.
Bu ilkeye göre, şiddet mağduru bir kadın (veya erkek) yetkili makamlara başvurduğunda, beyanı esas alınarak geçici koruyucu tedbir kararı verilebilir. Örneğin, failin evden uzaklaştırılması, iletişim kurmasının yasaklanması ya da mağdurun adresinin gizlenmesi gibi önlemler bu kapsamda uygulanır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken önemli nokta, bu tedbirlerin suçluluk tespiti anlamına gelmediğidir. Yani failin cezalandırılması için deliller, tanık beyanları ve yargı süreci gereklidir.
Uygulamada sık yapılan hata, bu ilkenin “kadın ne söylerse doğrudur” biçiminde yorumlanmasıdır. Oysa söz konusu düzenleme, yalnızca mağdurun hayati tehlikesi söz konusu olduğunda, devletin hızlı müdahalesini sağlamak için öngörülmüştür. Tedbir kararları itiraz edilebilir nitelikte olup, yargı sürecinde delillerin değerlendirilmesiyle sonuca bağlanır.
Dolayısıyla “kadının beyanı esastır” ilkesi, adalet sistemini tek taraflı hale getiren bir kural değil; hayati risk altındaki bireyleri koruyan geçici bir güvenlik mekanizmasıdır. Bu yönüyle İstanbul Sözleşmesi’nin temel felsefesi olan “önleme ve koruma” ilkeleriyle doğrudan uyumludur.
Türkiye İstanbul Sözleşmesi’nden Ne Zaman ve Neden Çekildi?
Türkiye, İstanbul Sözleşmesi’ni 11 Mayıs 2011’de imzalayan ilk ülke olmuş ve 2014 yılında sözleşme yürürlüğe girmiştir. Ancak 20 Mart 2023 tarihli Cumhurbaşkanı Kararı ile Türkiye, sözleşmeden çekilme iradesini resmen beyan etmiştir. Bu karar, Avrupa Konseyi’ne 22 Mart 2023 tarihinde bildirilmiş ve sözleşmenin 80. maddesi gereği 1 Temmuz 2023 tarihi itibarıyla yürürlükten kalkmıştır.
Çekilme kararının gerekçesi olarak, bazı maddelerin “toplumun değerleriyle uyuşmadığı” yönündeki eleştiriler gösterilmiştir. Özellikle “toplumsal cinsiyet” ve “cinsel yönelim” kavramlarının, aile yapısına zarar verebileceği yönünde tartışmalar yapılmıştır. Ancak hukukçuların büyük bir kısmı, sözleşmenin amacının aile yapısını zayıflatmak değil, şiddeti önlemek ve bireyleri korumak olduğunu vurgulamıştır.
Çekilme kararına karşı barolar, sivil toplum kuruluşları ve kadın örgütleri tarafından Danıştay’da iptal davaları açılmıştır. Davacılar, Cumhurbaşkanı’nın tek başına uluslararası bir sözleşmeden çekilme yetkisine sahip olmadığını savunmuştur. Danıştay, 19 Temmuz 2023 tarihinde açılan davaları 2’ye karşı 3 oyla reddetmiş ve çekilme işlemini geçerli saymıştır.
Sonuç olarak Türkiye, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilen ilk ve tek ülke olmuştur. Ancak çekilme, kadına yönelik şiddetle mücadele sorumluluğunu ortadan kaldırmamaktadır. Türkiye, iç hukuktaki 6284 sayılı Kanun ile bu mücadeleyi sürdürmekle yükümlüdür.
İstanbul Sözleşmesinin Olumlu Yanları
İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddetle mücadelede uluslararası standartları belirleyen ve taraf devletlere somut sorumluluklar yükleyen ilk bağlayıcı metindir. Bu sözleşmenin birçok olumlu yönü bulunmaktadır:
- Şiddetin önlenmesine yönelik bütüncül yaklaşım: Sözleşme, yalnızca cezalandırma değil, şiddeti önleme ve mağdurun güçlendirilmesini hedefler.
- Kadın ve çocuk koruması: Mağdurların sığınma, psikolojik destek ve hukuki yardım gibi temel haklara erişimi güvence altına alınmıştır.
- Eğitim ve farkındalık: Taraf devletler, toplumun her kesiminde şiddetin önlenmesine yönelik eğitim programları yürütmekle yükümlüdür.
- Uluslararası denetim mekanizması: GREVIO Komitesi, devletlerin yükümlülüklerini yerine getirip getirmediğini izleyerek şeffaflık sağlar.
- Toplumsal dönüşüm hedefi: Kadın–erkek eşitliğinin sağlanması, yalnızca bireysel değil, toplumsal barışın da güçlenmesine katkı sunar.
Bu yönleriyle İstanbul Sözleşmesi, yalnızca bir hukuk metni değil, kadınların yaşam hakkını koruyan bir insan hakları sözleşmesi niteliğindedir. Türkiye sözleşmeden çekilmiş olsa da, sözleşmenin getirdiği ilkeler, iç hukukta yürürlükte olan 6284 sayılı kanun aracılığıyla uygulanmaya devam etmektedir.
İstanbul Sözleşmesine Yönelik Eleştiriler ve Olumsuz Görüşler
Her uluslararası sözleşmede olduğu gibi İstanbul Sözleşmesi de bazı çevrelerce eleştirilmiştir. Olumsuz görüşler, özellikle toplumsal ve kültürel değerler açısından sözleşmenin bazı hükümlerine yönelik yanlış anlamalardan kaynaklanmaktadır.
Eleştirilerin başında, sözleşmenin “sadece kadınları koruduğu” ve erkekleri dışladığı iddiası gelir. Ancak sözleşmenin 2. maddesi, şiddete uğrayan herkesin, cinsiyeti ne olursa olsun korunması gerektiğini açıkça belirtir. Bu nedenle sözleşme yalnızca kadınları değil, çocukları ve erkekleri de kapsar.
Bir diğer eleştiri, sözleşmenin aile yapısını zayıflattığı yönündedir. Oysa sözleşme, aileyi değil, aile içindeki şiddeti hedef alır. Amaç, sağlıklı, güvenli ve şiddetsiz bir aile ortamı yaratmaktır. “Toplumsal cinsiyet” ifadesinin de aile kurumuna tehdit oluşturduğu yönündeki iddialar hukuken geçerli değildir; çünkü bu kavram, cinsiyetler arasında eşit fırsatlar yaratılmasını ifade eder.
Bazı çevreler ayrıca sözleşmenin “kadının beyanı esastır” anlayışını suistimal edebileceğini öne sürmektedir. Ancak bu ilke, yalnızca acil koruma tedbirleri için geçici bir uygulamadır; failin suçluluğunu doğrudan belirlemez.
Sonuç olarak İstanbul Sözleşmesi’ne yöneltilen eleştirilerin büyük bölümü, hukuki temelden çok yanlış algılar ve bilgi eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Sözleşme, şiddetin önlenmesi konusunda devletlere sorumluluk yükleyen, bireylerin güvenliğini esas alan bir düzenlemedir.
İstanbul Sözleşmesi Yaşatır: Uygulamadaki Önemi
“İstanbul Sözleşmesi yaşatır” ifadesi, kadınların ve tüm şiddet mağdurlarının korunmasında bu sözleşmenin yaşamsal önemini vurgulayan bir slogandır. Çünkü sözleşme, devletlere yalnızca yasa çıkarmayı değil, bu yasaların etkin şekilde uygulanmasını da şart koşar.
Uygulamada sözleşmenin temel ilkeleri doğrultusunda:
- Şiddet mağdurları için ŞÖNİM (Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri) ve kadın sığınma evleri kurulmuştur.
- KADES uygulaması gibi dijital ihbar sistemleri, mağdurların hızlı şekilde yardım almasını sağlamaktadır.
- 6284 sayılı Kanun ile mağdurlar için koruma kararları, uzaklaştırma emirleri ve psikolojik destek hizmetleri düzenlenmiştir.
Tüm bu düzenlemeler, İstanbul Sözleşmesi’nin öngördüğü uluslararası standartların iç hukuka uyarlanması sayesinde gerçekleşmiştir.
Bugün Türkiye sözleşmeden çekilmiş olsa da, sözleşmenin ortaya koyduğu ilke ve standartlar, kadına yönelik şiddetle mücadelede hâlâ en kapsamlı referans noktasıdır. Bu nedenle, hukuki düzenlemelerin korunması ve etkin uygulanması, kadınların yaşam hakkı bakımından büyük önem taşır.
Avukat Fatih Tahancı, 2015 yılında Hukuk Fakültesini tam burslu, onur öğrencisi olarak Ankara’da tamamlamıştır. Avukatlık stajını Ankara Barosu nezdinde; ceza hukuku, sigorta hukuku, tazminat hukuku, iş hukuku, icra hukuku ve idare hukuku konularına odaklanmış çeşitli avukatlık bürolarında staj yaparak tamamlamıştır. Avukat Fatih Tahancı Çankaya/Ankara’da bulunan Tahancı Hukuk Bürosu’nda avukatlık faaliyeti göstermektedir.